4 Eylül 2009 Cuma

Kadın hayaletleri içinde

Kadın erkek ilişkilerini Erkekler Cennetinde Son Tango romanıyla farklı bir biçimde ele alan Halil Gökhan, bir erkeği anlatırken zorlandığını söylüyor.

Halil Gökhan’ın son kitabı Erkekler Cennetinde Son Tango edebiyatseverleri farklı bir hikâye ve farklı bir lezzetle buluşturuyor. Sadece ayna ve camlardan kadınları görebilen yapayalnız bir adamın hikâyesini anlatıyor Gökhan, kadınların yansımaları, dokunamadığı, öpemediği, konuşamadığı hayaletleriyle... Halil Gökhan ile İngilizce çevirisi bitmek üzere olan ve yakın zamanda da beyazperdeye uyarlanması düşünülen kitabı hakkında konuştuk...

10 yılda dördüncü roman Erkekler Cennetinde Son Tango, diğer kitaplarınızdan da oldukça farklı bir yerde duruyor.

1999’da ilk romanım çıktı. 10 yılda dünya çok değişti, neler neler oldu ama ben dört roman yazabildim sadece. Erkekler Cennetinde Son Tango ise üç kitaplık rahat ve kuruntusuz roman geçmişimin sonrasında bir kavşak olarak karşıma çıktı. Kavşağa geldiğim yolda geriye baktığımda okurdan çok, hayaletler görüyorum. 20. yüzyıla kadar gelen “Sadece yazmak, yetenekli olmak yeterlidir” diyen hayaletler bunlar. 21. yüzyılın önemli kültür çalışmalarından birisi olarak roman da bu hayaletleri kovalamakla uğraşıyor bence... Yazı, yazıldığı kadar kolay silinmiyor; hele ki egolarda bıraktığı kodlamalar öyle hemen değişmiyor, değiştirilmiyor. Televizyonun başından alamadığınız birini, kitapla nasıl teselli edeceksiniz? Artık ideolojiler, şiir ve diğer kültürel erozyonlar da okuma alanlarından uzaklaştığı için oraya koyacağınız şeyin insanın duyularına, egosuna ve zaaflarına hitap etmesi de çok önemlidir.

Kitap bir erkeğin yoksunluğunu anlatıyor. Duygular kadınlarla anlatılır, ama sizin romanınızda sadece bir erkek var...

Bir erkek için bunları yazmak zormuş. Şimdiye değin daha çok karşı taraftan “zor olan iyi olur” prensibiyle, önyargısız olma düşüncesiyle kadın kahramanları daha çok dillendirmeye, yaşatmaya çalışmıştım. Bir roman yazarken kahramana isim vermek, üstelik onu birinci tekil şahıs anlatıcıya terk etmek oldukça daraltıcı bir iş. Romanda kahramanın bir adı yok. Adı olmadığından değil, unutulmuş gibi... Sanki kimse sormamış ve romandaki diyaloglarda ona adıyla seslenilmemiş gibi... Bilinenin tersine, cinsiyetler arası ilişkilerde ve karşılaştırmalarda dünyada erkekler daha çok yoksundur. Kadın için erkek ve karşı cins ilgisi kıt değildir. Erkekse kıt olana yönelir her zaman. Yani erkek için kadın kıt birşeydir. Erkeklerin birden çok kadınla olan ilgileri ise buna bağlanabilir tamamıyla. Tersi ise kadınlar için geçerlidir. Bol olanı ve ardı arkası kesilmeyeni hiçbir zaman depolamak istemezsiniz. Bu açıdan bir erkeğin başına gelenleri yazmak ve daha da sonraki ciltlerde yazacak olmak benim için çok acıtıcı birşey.

Kör bir kadınla yaşanan bir ilişki var kitapta ayrıca...

Duyular eksildikçe vücudumuzun, eksik duyuları kendince tamamlayıp diğer duyular üzerinden tamamlamaya çalıştığı söylenir hep. Artık kadınları göremeyen ve kayıp karısını da aramak için bütün becerilerini yitiren, buna karşı onu bulmak, ona kavuşmak için mücadele veren bir kocanın kör bir kadına dokunabilmesi, onunla bir kadınla yapabileceği her şeyi yapabilmesi bir nevi kara delik metaforudur bence. Kör kadın A... kitabın tek hayaleti bence. Gerçekliğinden tam olarak emin olamadığımız sahnelerde ortaya çıkar, deyim yerindeyse bir erkek olarak kahramanımızı ayakta tutar. Daha üstün yetenekleri, özellikleri olsa bile. Görememek, sadece dokunmak, adamın kadından alabilecekleri ve dolayısıyla vereceklerini de engeller.

Kadın ve erkek ilişkisine fantastik bir bakış açısı var kitapta...

Kadın-erkek ilişkisine yeniden bakmak yorumlamaktan çok, verili ve ilkel duruşların üzerine sıkılmış olaylar ve kurgular zinciri diyebiliriz. Belki yeni bir ortam yaratarak, kadın ve erkekleri kozmik bir kısıtlılığın içine sokarak anlatmak istedim. Kadınlar asla bu ortamdan haberdar olmamaktadır, çünkü yeryüzünde her yıl milyonlarca erkek şu ya da bu sebeple terk-i diyar etmektedir; erkeklerin daha çok ölmesi, kaybolması, gidip gelmemeleri bu dünyanın en önemli normallerinden birisidir. Kadınların da savaşa gitmesi, daha çok çalışması, daha güçlü olmasını savunan bir sivil toplum örgütü ya da parti hatırlamıyorum. Oğlunu savaşa göndermeyeceğini ilan eden bir anneler kulübü yok henüz.

Ayşe Tatlıcı / Taraf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder