8 Ekim 2009 Perşembe

20 Eylül 2009 Pazar

Okur Yorumları

idefix.com

Merak etmiyor musunuz? :)
06.08.2009Çok boyutlu çok bilinmeyenli bir denklem, iç içe geçmiş dünyevi algılar, hayal alemi... Bir nehir gibi akıyor sözcükler...Ve bir anda bir bakmışsınız sizin içinizden geçip zihninizi delip geçiyor anlamlar nehri... Tadı damağımda kaldı... Devamını bekliyorum, bir solukta okudum çünkü... Bu doyumsuz macera bitmesin...

Fringe Tango
Osaba - 03.08.2009

Çok ilginç ve değişik... Amerikan dizileri gibi... Lost ve Fringe´ye benzettim... Devamı gelmeli... Tebrikler...

kitapyurdu.com

benlibensiz 06.08.2009

Okuduğunuz romanlar sizi sıkmaya başladıysa; doğru tercih ECST...Halil Gökhan'ın sıradışı nosyonunu belki bilirsiniz, belki bilmezsiniz...Ama yazar kendini yine aşmanın yolunu bulmuş.Eğer bildik sularda yüzmek sizi sıkıyorsa; bir yere farklı yollardan gitmek; izinizi kaybettirmekten korkmuyorsanız; ECST'ye hoşgeldiniz. Ben okudum, pişman değilim, devamını bekliyorum merakla... Ve 112 sayfada draje bir tada hazır olun...Yani sıkı şeker gibi.Çabucak okudum, vakit nakittir ne de olsa! Açıkcası şu meşhur reklam geldi aklıma Farkı Fiyatı :)

nihancım 03.08.2009

alışılmışın dışındaki konusuyla akıcılıgına hayran kalarak okudugum,harika bir romandı..

silezya 03.08.2009

sinematografik bir dil kullandığı için sanırım beni gerçekten çok etkiledi. Benzer tadı Stephen King'in romanlarında da alırdım. Türü belki farklı ama bana okuyucuyu sarmalaması açısından onu hatırlattı. Hayli sürükleyici ve şaşırtıcı

4 Eylül 2009 Cuma

Kadın hayaletleri içinde

Kadın erkek ilişkilerini Erkekler Cennetinde Son Tango romanıyla farklı bir biçimde ele alan Halil Gökhan, bir erkeği anlatırken zorlandığını söylüyor.

Halil Gökhan’ın son kitabı Erkekler Cennetinde Son Tango edebiyatseverleri farklı bir hikâye ve farklı bir lezzetle buluşturuyor. Sadece ayna ve camlardan kadınları görebilen yapayalnız bir adamın hikâyesini anlatıyor Gökhan, kadınların yansımaları, dokunamadığı, öpemediği, konuşamadığı hayaletleriyle... Halil Gökhan ile İngilizce çevirisi bitmek üzere olan ve yakın zamanda da beyazperdeye uyarlanması düşünülen kitabı hakkında konuştuk...

10 yılda dördüncü roman Erkekler Cennetinde Son Tango, diğer kitaplarınızdan da oldukça farklı bir yerde duruyor.

1999’da ilk romanım çıktı. 10 yılda dünya çok değişti, neler neler oldu ama ben dört roman yazabildim sadece. Erkekler Cennetinde Son Tango ise üç kitaplık rahat ve kuruntusuz roman geçmişimin sonrasında bir kavşak olarak karşıma çıktı. Kavşağa geldiğim yolda geriye baktığımda okurdan çok, hayaletler görüyorum. 20. yüzyıla kadar gelen “Sadece yazmak, yetenekli olmak yeterlidir” diyen hayaletler bunlar. 21. yüzyılın önemli kültür çalışmalarından birisi olarak roman da bu hayaletleri kovalamakla uğraşıyor bence... Yazı, yazıldığı kadar kolay silinmiyor; hele ki egolarda bıraktığı kodlamalar öyle hemen değişmiyor, değiştirilmiyor. Televizyonun başından alamadığınız birini, kitapla nasıl teselli edeceksiniz? Artık ideolojiler, şiir ve diğer kültürel erozyonlar da okuma alanlarından uzaklaştığı için oraya koyacağınız şeyin insanın duyularına, egosuna ve zaaflarına hitap etmesi de çok önemlidir.

Kitap bir erkeğin yoksunluğunu anlatıyor. Duygular kadınlarla anlatılır, ama sizin romanınızda sadece bir erkek var...

Bir erkek için bunları yazmak zormuş. Şimdiye değin daha çok karşı taraftan “zor olan iyi olur” prensibiyle, önyargısız olma düşüncesiyle kadın kahramanları daha çok dillendirmeye, yaşatmaya çalışmıştım. Bir roman yazarken kahramana isim vermek, üstelik onu birinci tekil şahıs anlatıcıya terk etmek oldukça daraltıcı bir iş. Romanda kahramanın bir adı yok. Adı olmadığından değil, unutulmuş gibi... Sanki kimse sormamış ve romandaki diyaloglarda ona adıyla seslenilmemiş gibi... Bilinenin tersine, cinsiyetler arası ilişkilerde ve karşılaştırmalarda dünyada erkekler daha çok yoksundur. Kadın için erkek ve karşı cins ilgisi kıt değildir. Erkekse kıt olana yönelir her zaman. Yani erkek için kadın kıt birşeydir. Erkeklerin birden çok kadınla olan ilgileri ise buna bağlanabilir tamamıyla. Tersi ise kadınlar için geçerlidir. Bol olanı ve ardı arkası kesilmeyeni hiçbir zaman depolamak istemezsiniz. Bu açıdan bir erkeğin başına gelenleri yazmak ve daha da sonraki ciltlerde yazacak olmak benim için çok acıtıcı birşey.

Kör bir kadınla yaşanan bir ilişki var kitapta ayrıca...

Duyular eksildikçe vücudumuzun, eksik duyuları kendince tamamlayıp diğer duyular üzerinden tamamlamaya çalıştığı söylenir hep. Artık kadınları göremeyen ve kayıp karısını da aramak için bütün becerilerini yitiren, buna karşı onu bulmak, ona kavuşmak için mücadele veren bir kocanın kör bir kadına dokunabilmesi, onunla bir kadınla yapabileceği her şeyi yapabilmesi bir nevi kara delik metaforudur bence. Kör kadın A... kitabın tek hayaleti bence. Gerçekliğinden tam olarak emin olamadığımız sahnelerde ortaya çıkar, deyim yerindeyse bir erkek olarak kahramanımızı ayakta tutar. Daha üstün yetenekleri, özellikleri olsa bile. Görememek, sadece dokunmak, adamın kadından alabilecekleri ve dolayısıyla vereceklerini de engeller.

Kadın ve erkek ilişkisine fantastik bir bakış açısı var kitapta...

Kadın-erkek ilişkisine yeniden bakmak yorumlamaktan çok, verili ve ilkel duruşların üzerine sıkılmış olaylar ve kurgular zinciri diyebiliriz. Belki yeni bir ortam yaratarak, kadın ve erkekleri kozmik bir kısıtlılığın içine sokarak anlatmak istedim. Kadınlar asla bu ortamdan haberdar olmamaktadır, çünkü yeryüzünde her yıl milyonlarca erkek şu ya da bu sebeple terk-i diyar etmektedir; erkeklerin daha çok ölmesi, kaybolması, gidip gelmemeleri bu dünyanın en önemli normallerinden birisidir. Kadınların da savaşa gitmesi, daha çok çalışması, daha güçlü olmasını savunan bir sivil toplum örgütü ya da parti hatırlamıyorum. Oğlunu savaşa göndermeyeceğini ilan eden bir anneler kulübü yok henüz.

Ayşe Tatlıcı / Taraf

23 Ağustos 2009 Pazar

Kayıp Eşler Kulübü'ne üye misiniz? ECST Testi


Erkekler Cennetinde Son Tango testi: Kayıp Eşler Kulübü'ne üye misiniz?

ECST Testi

Kadınları görmek kimin cehennemi olabilir?
Bu yetenekten yoksun olarak bir sabah uyanan adam önce karısını bulamaz. Ardından hiçbir kadını…
Halil Gökhan'ın ERKEKLER CENNETİNDE SON TANGO romanı özet olarak böyle açılıyor. ECST testi olarak aşağıda size 5 soru ve şıklarını sunuyoruz.Eminiz siz de ECST adlı romanın heyecan labirentlerinde dolaşırken soruların cevaplarını puanlayıp sabırsızca yorumlarımızı bekleyeceksiniz.
Kadınsız Tango, Tango'suz hayat olur mu?

KİTAPTAN
"Kayboluşun kız kardeşi olan kayıp duygusu dışarıdan hissedilemezmiş bunu öğrendim. İçerden o kadar kötü durmuyordu. Yaşamak için sıkı bir bahane kazanmıştım: Karım kayıptı. Daha belirgin, daha seçilen bir kişi gibi hissediyordum kendimi. İlahlar benim karımı seçmişlerdi."


SORULAR

1. Sabah uyandığınızda kocanız (karınız) yanınızda yok. İlk ne yapardınız?
a. Evden çıkmaz dönmesini beklerdim.
b. Bu da mı başıma gelecekti?
c. Sanırım bir sürpriz yapacak her zamanki gibi...
d. Polise haber veririm.

2. Sadece aynadan görebildiğiniz bir kadınla evlenir misiniz?
a. Kanuni karşılığı varsa neden olmasın.
b. Aynadan hapsolmuş bir kadınla mı? Nasıl?..
c. Karımı kıracağıma aynayı kırarım daha iyi...
d. Gayri ciddi bir durum.

3. Eşiniz kayıp. O yokken başkasıyla olup onu aldatır mısınız?
a. Hayat benim hayatım.
b. Ben de kaybolurdum.
c. O göremeyeceği için bu aldatma olmazdı...
d. Mahkemeye başvurur, boşanırdım.

4. Karınızı buldunuz veya çıkageldi; ona ilk ne derdiniz?
a. Beni ne kadar üzdün biliyor musun?b. Ne yapacağız şimdi araya onca soğukluk girdi.c. Aa sen karıma çok benziyorsun...d. Hemen bir açıklama bekliyorum...

5. Kayıp eşinizin gizli aşk mektuplarını buldunuz. Nasıl karşılarsınız?
a. Bu da mı başıma gelecekti?
b. Bütün suç benim...
c. Az sonra kesin fotoğraflarını da bulurum.
d. Ne kadar banal.

UYARI

"a" için 5, "b" için 3, "c" için 2, "d" içinse 1 puan üzerinden 5 soru bitiminde KAYIP EŞLER KULÜBÜ üyelik durumunuzu hesapladıktan sonra yorum ve değerlendirmeleri almak için dharmayayinlari@gmail.com adresimize puanınızı bildirin ve en bilimsel yorumumuzu e-posta yoluyla özel ve kişisel olarak alın

Barbuni.com

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Yorumlar

YENİ AKTÜEL

Halil Gökhan, Türkiyeli edebiyatın orijinal isimlerinden biri olmaya aday. Dharma'dan çıkan Erkekler Cennetinde Son Tango'su ise bugüne kadar yazdıklarından öğrendiklerini büyük bir özenle sergilediği son romanı. (Ayşe Çavdar)

***

vaincavalier dedi ki...
Kitabı okuduktan sonra afiş daha da anlamlı oldu. Öyle kuul olsun diye dağıtlmış görsellerin resmi geçitinden fazlası. Böyle bakılmasa dahi güzel.

***

Son zamanlarda okuduğum güzel kitaplardan biriydi. Algının sarsılması, sasıtılmasını seviyoruz. Okuduktan sonra, insan durup düşününce içinde kadın olmayan ama kadınlar olan bir kitapta böyle algılarla, tanılarla oynamalı mıncıklamalı dedim. Çünkü biz erkekler gerçekliği böyle parçalı ve çoklu bakış açısıyla görebilen mahlukların bu eşsiz ve dengesiz kabiliyetlerine tapıyoruz. kendimize söylemesek dahi onların bu gerçekliği mıncırdatışı, bunu becerip sanki holivut aksiyon filmi kahramanı gibi, her şeyi havaya uçurup müstehcen gülümseyişle ateşlerin arasından sorumsuzca çıkışları onları bizler için vaz geçilmez yapıyor yada öyle olduğunu düşünüyoruz. Birazcık da huzur verebilseler. O vakit mükemmel olabilirler belki :)
İSMAİL SEYRİK

***

İşte Halil Gökhan, yukarıda tanımı vermeye çalıştığım şekilde AMA benlik morfozlarına yakınlık duygusuyla yaklaşıp… Önermelerini ‘ileriye dönük odaklanmayla’ anlatıyor...Kısaca romanın farklı karakterleri ayrı ayrı ‘yakınlık duygusuyla’ açıklanmaya çalışılmış ki, bir romanda gerçek alt-metin, sağlam kurgu çatısı bu kirişlerin birbirine geçmesiyle kurulur. Tabii burada bir Halil Gökhan klasiği diyebileceğim (tamamen benim görüşüm tabii..) bir KONU var. Halil Gökhan, Aşkı ölçmek adına, ‘karakterlerin-benlik morfozları-, doyum ile açlığı yüksek zevke dönüştüren simgelerle, kısaca, ‘’Kadınları görememek mi, onları göremeden ölmek mi?” diyerek ‘erkil’ sahiplenme güdüsüyle çarpıştırılmış bir önermeden yola çıkıyor…

OSMAN ÖZBAŞ

***

Merhaba.....romanı okudum......Merak ettim....bu kadar sağlam konu yakalamışken bu roman
neden 300, 400 küsür sayfa olmamış..?
1_.koku.!!..bende iki ayrı film hatırlatması yaptı..!!.
2- her bölümü okuduğumda irdelenmeyen bir şey kaldı hissi oluştu....
sanki..exide olmaya yaklaşıp yarım kalmak gibi..(bu sanatçılar için bir tabirdir).bu yazar iyi yazar da... hiperaktif...
merakla diğer romanları bekliyorum...

ŞEBNEM ARAS

***

6 Ağustos 2009 Perşembe

Tango Laneti

Halil Gökhan, Erkekler Cennetinde Son Tango'da lafı hiç uzatmadan, son derece kestirme ama şaşırtıcı manzaralar sunan patikalar aracılığıyla erkeklerin kadınlara ilişkin algılarını deşifre ediyor.

Halil Gökhan, Türkiyeli edebiyatın orijinal isimlerinden biri olmaya aday. Dharma'dan çıkan Erkekler Cennetinde Son Tango'su ise bugüne kadar yazdıklarından öğrendiklerini büyük bir özenle sergilediği son romanı. Anlatıya bir tür tayin etmek gerekirse fantastik ve psikolojik gerilim demek mümkün... Gündelik bir halin bir anda değişmesiyle oluşabilecek kafa karışıklığını rüya tadında bir deneyime dönüştürüyor. Kahramanımız bir sabah uyandığında karısının evi terk ettiğini fark ediyor. İlk yas saatleri geçtikten sonra başka bir şey daha dank ediyor kafasına. Nedendir bilinmez, yeryüzündeki hiçbir kadını göremediğini anlıyor. Bu durum gündelik yaşamını sürdürmesini tam anlamıyla imkânsız kılıyor. Bu nedenle önce bir göz doktoruna başvuruyor kahramanımız, böylece fantastik bir serüvene de atılmış oluyor. Gizler gizleri kovalıyor kısacık roman boyunca. Kahramanın her deneyimi bir sonraki macerayı haber veriyor. Kadınlarla erkekler arasındaki o kadim ilişki, aradan bir öğenin çekilmesiyle hem mizahi hem de polisiye bir gerilim kurgusuna dönüşüyor. Gökhan lafı hiç uzatmadan, son derece kestirme ama şaşırtıcı manzaralar sunan patikalar aracılığıyla erkeklerin kadınlara ilişkin algılarını deşifre ediyor.

(...)


AYŞE ÇAVDAR, Yeni Aktüel

28 Temmuz 2009 Salı

1999-2009: 10 yıl 4 roman

Şiir sınırlarında YEDİNCİ
Halil Gökhan, şiirin son sınırında YEDİNCİ romanına 1999'da imza attı. Şairlerin nispeten "az" düzyazı, öykü ve "şiir üzerine" yazdıkları bu dönemde YEDİNCİ eleştirmenlerden ilginç tepkiler aldı, fakat genelde sevildi.
Başyapıt olmaya koşan KONUŞAN KADIN
Kapalı ve mahsur kalmış mekanların, kahramanların romancısı olmayı sürdüren Halil Gökhan, KONUŞAN KADIN da "önceki romandan gelen ve sonraki romana giden" kahraman statüsünü başlattı. YEDİNCİ'den gelen alev İpek KONUŞAN KADIN da bu kez başrolü kaptı ve günahlarını da çoğalttı.
Marguerite Duras'a gönül borcu: YENİ SEVGİLİ
Aşk ve ilişki sorunları üzerine antolojilerin yaptığı bir dönemde Halil Gökhan aşk romanı yazmaya karar verdi. "Önceki romandan gelen ve sonraki romana giden" kuralını bu romana da soktu ve Leon Ziya, roman kahramanı Ali Sabah'ın kafasındaki aşka dair soruları daha da karıştıran bir vektör olarak yer aldı romanda.
Muhtemelen bir trilojinin ilk cildi. Belki de ilk sezon. Kitap biterken "bitmeyeceği" anlaşılmıştı. İlk ciltte beliren birçok soru ve karanlık şüphe sonraki ciltlerde kendini bulacak. 10 yılda ve ilk üç romanda gelinen bu kavşakta zorunlu yön Halil Gökhan'ın aynı toprakta bir başka yere gideceğini haber veriyor hanidir. (SPOILER) "Önceki romandan gelen ve sonraki romana giden" kuralı bu romanda bozuldu...

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Hemen indir!

İlk 13 sayfayı indirmek için resmi tıkla...

17 Temmuz 2009 Cuma

ECST Kahramanları

Anlatıcı ve kayıp karısı
Yaşamak için sıkı bir bahane kazanmıştım: Karım kayıptı. Daha belirgin, daha seçilen bir kişi gibi hissediyordum kendimi. İlahlar benim karımı seçmişlerdi.

Dr MY
Buda ile beynimi bulandırdığım günlerde uzak bir şehirde yaşayan ve hastalığımdan telefonda bahsedip yardım istediğim bir nörolog arkadaşım MY’den şu mektubu aldım:
Melih A.
Melih A.’nın dediğini yapmadım. Gerçi ona muayene olmayı seçişim haklı şöhreti yüzündendi. Tıp alanındaki şöhreti yüzünden değil elbette, ama ezoterik ilimler ve belki de meslek odasının gözünden kaçırmayı başardığı görme üzerine paramedikal çalışmaları sebebiyle.

A...
“Özür dilerim,” dedim; “bir tür görme hastalığım var, bazı cisimleri çok iyi göremiyorum.”
“Bense körüm,” dedi kadın. “Fark etmediğinizi söylemeyin bana n’olur.”


Vamos
Bar tezgâhına yaklaştım. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum, fakat ağzımdan bir tek tek kelime o da iradem dışında çıktı:
“Vamos.”
“Vamos? Buyrun benim,” dedi barmen.

Vahide
Vamos, gözlerime ve şoka girmiş bedenime gülümseyerek baktı.
“Hayır, bu konuşan bir şişme bebek değil; bu kız kardeşim Vahide,” dedi. Bunun üzerine Vahide’nin gülümsemesi ilk başta bana eski bir radyonun cızırtılı sesi gibi geldiyse de o güzel ses çınlayarak yankılandı ve daha da durulaştı.


Şeyh
Küçük şeyh X harfinden çok bir deniz yıldızına benzeyen rahlenin üzerinde açık duran demir kapaklı ve kilitlenebilir kitaptan satırlar okumaya başladığında kim olduğum konusundaki kuşkularımdan ve elbette ki büyük kusurumdan artık haberdardı.


Foto Nadir
Işık üzerime vurdukça şiddetine göre uzayıp kısalan bir objektifin üzerinde çalışıyordu atölyesine geldiğimde. Foto Nadir, vesikalıktan başka iş çekmemiş “fotoğrafçı”, fotocu denmesini istiyordu kendine. Foto Nadir, aynalardan kaçmakla geçen yaşantısında şunu keşfetmişti: Sadece kendi fotoğraflarına bakabiliyordu. Ne var ki fotoğraf makinesinin objektif camına bakamadığından gözleri fotoğraflarında sürekli olarak kapalıydı.

Anita Ekberg
Sanki Fellini’nin Dolce Vita filminden fırlamış Anita Ekberg gibiydi. Ona baktım ve içimdeki aşk susuzluğunun çok azını giderebilecek derecede derince iç çektim.

ECST Sembolleri

Dolce Vitae
Vamos’a bodrumda duvarda asılı olan altın varak çerçeveli aynayı sordum. Vahide’yi daha sonra orada da görecektim. Yüzü çok güzeldi. Karımdan daha güzeldi. Vücudu...

Buda
Ama Buda’nın sözleri, hele hele dinsel yaşantıyı seçtikten sonra kendine en uygun gerçeğe ulaştıktan, aydınlanmaya eriştikten ve dharma’sını bulduktan sonra çıktığı tebliğ yolculuğunda karşılaştığı Brahman keşişlerine ve beş yüz kadar yoldaşına verdiği meşhur Ateş Vaazı hastalığıma ilişkin açık ipuçlarıyla doluydu:

“Dervişler, her şey, her varlık yakıcı, yok edici bir ateştir. Nedir bu şeyler? Göz, yakıcı bir ateştir; biçimler, gövdeler yakıcı birer ateştir; bunları görmekten doğan izlenimler yakıcı birer ateştir; hoşa giden şeyler de, hoşa gitmeyen şeyler de birer yakıcı ateştir. Hoş olan şeyleri de, hoş olmayan şeyleri de görmekten doğan duygular birer yakıcı ateştir. Peki bu yakıcı ateş nereden çıkıyor? Kardeşlerim, bunu size söyleyeyim. Bu ateş istek ve tutku ateşidir; bu ateş öfke ve nefret ateşidir; bu ateş görünümün yanıltıcı alımlığına çekiciliğine kapılmaktan gelen ateştir: Doğum, yaşlanma, ölüm, yas, üzgünlük, mutsuzluk, umutsuzluk felaket bütün bunlar yakıcı birer ateştir."


Mevlevi dergahı
Dergâhın kutlu kapısının arkasında o gözleri bulacağıma inanmıştım. Fikirden zikire, gaipten sahihe bu âlemde kaybolan her cisim ve ses ardında ışıklı bir iz yolu bırakıyordu. Bu yol dergâhın kapısından başlıyordu. Zahiriler dergâhının kapısından.


Fotograf makinesi
Camekânları ortalayan bir yerde tripod üzerine kurulmuş fotoğraf makinesi dikkatimi çekti. Makinenin eski oluşu aklıma Kirlian fotoğrafçılığını getirdi nedense. Yüksek voltaj ve frekansta düşük amperli elektrik alanı yaratılarak canlıların yaydıkları düşünülen bazı biyolojik radyasyonları çeken fotoğrafçılık tekniğiydi bu.

Kadınları gösteren gözlük

Gözlük yine kafamdaydı.
“Dolce Vitae’yi bırakmalısın,” dedi.
“Neden?” diye sordum. Hemen cevap alamamıştım. Sarı-siyah siluetinde bir durgunlaşma baş gösterdi. Neredeyse görüntü silinecek gibiydi. Gözlük takımının bataryası sanırım bitmek üzereydi.


1956 Impala
“Peşimizdeler!” dediğini duydum. Vamos Impala’nın üstünü açtı. Bütün savunma malzemelerimiz bagajdaydı. Bir an bagaj kapağının da açılıp içindekilerin her yere patlamalar içinde saçılacağını sandım.“Sakın arkana bakma,” diye fısıldadı Vamos.

Kadınları görmek kimin cehennemi olabilir? (romanın özeti)


Kadınları görmek kimin cehennemi olabilir?
Bu yetenekten yoksun olarak bir sabah uyanan adam önce karısını bulamaz. Ardından hiçbir kadını…
Kısa zaman içinde kadınları sadece cam ve ayna yansımalarında görebildiğini, ama onlara dokunamadığını, içlerinden sanki bir hayaletmiş gibi geçip gittiğini keşfeder.
Hastalanmıştır besbelli. Önce alternatif bilimlerle de ilgilenen ünlü bir göz doktoruna, daha sonra da bir psikiyatra gider. Nafile. Hasta değildir. Teşhis konamaz. Çok yakın bir nörolog arkadaşı katıldığı bir kongreden ona hastalığını bilimsel olarak açıklamaya çalışır. Bu sırada spritüel âlemin yardımına koşacağını hesaplayıp budizme de kafa yoran kahramanımız haftanın belli günlerinde düzenli bir “kadın” ziyaretine ve ilgisine maruz kalmaktadır.
Derken kör bir kadına dokunabildiğini bulgular. Bu deneyimi ona bağışlayan kadınla konuşurken karşı cinse olan özlemini her anlamda giderir. Hasta bir halde karısını aramaya devam ederken çetin bir yol ve kader arkadaşına rastlar: Vamos.
Aynı hastalıktan mustarip Vamos, kadınları siluet olarak görebilen bir gözlük icat etmiştir ve gene kendi ürettiği bir sıvı sayesinde net olarak da görebilmektedir. Fakat bu sıvının yol açtığı ölümcül bir hastalığa yakalanmışsa da kendini şunu sorar:
“Hangisi daha kötü bir şey: Kadınları görememek mi, onları göremeden ölmek mi?”

Erkekler, Cennet ve Son Bir Tango

Attila İlhan Yengecin Kıskacı isimli hikaye kitabının ön sözünde ‘yazarken, tipleme, olaylama, kurgulama sürecini, 'görselliğin' en uç noktalarına götürmeye çalıştığını netice olarak da romanla senaryo arasındaki farkın görselliğin 'mekanik' değil, 'beşeri' olmasına indirgendiğini söyler. Böylece hikayenin okurla etkileşimi üçüncü boyuta taşınmış olur. O, yine kendi deyimiyle, görsellikten kaçıp formalizme sığınacak yerde, görselliği, hikaye ve romanın metnine taşımayı tercih eden bir yazardır. Büyük usta aslında artık hücrelerimize kadar nüfuz eden görselliğin bir yazar için ne kadar mühim olduğunu anlatmaya çalışır. Herşey artık sadece ses ve görüntüden ibarettir. Kelimelerin varlığını sürdürebilmesi adeta bu birlikteliğin sağlanabilmesiyle mümkündür. Satır aralarından kurtulup zihnimize hükmedebilen yazar sonsuzluğa açılan o kapının anahtarını da bulmuş demektir. Romancı, şair ve editör Halil Gökhan’da Erkekler cennetinde son tango isimli dördüncü romanını bu muazzam birlikteliğin üzerine kurmuş. Aslında ilk kitabından itibaren karşımıza görselliğin hakimiyetine inanan bir yazar olarak çıktı hep. Kelimeleri imgelerin tahakkümünden kurtararak yarattığı atmosferle okuyucuya sinema perdesinin ışığını yansıtmaya çalıştı. Yeni Sevgili’nin bir solukta okunmasının en önemli nedenlerinden biri de buydu şüphesiz. Şimdi Erkekler Cennetinde Son Tango’da yazar bu manada anlatım tekniğini bir adım daha ileriye taşıyor ve kendi estetik bütünlüğü içinde hikayesini kağıda dökerken sinemasal öğelerden mümkün olduğu kadar çok yararlanıyor. Üstelik de bunu okuyucunun kafasını karıştırmadan neyi nasıl anlatması gerektiğini bilerek yapıyor. İlk sayfadan ve hatta ilk satırdan itibaren okuyucuyu hikayenin merkezine yerleştirerek adeta onu öykünün bir parçası haline getirmiş.

"Ne yazık ki o sabah uyandığımda karım yatakta yoktu. Önce inanamadım. Gözlerimi ovuşturdum. Evin her yerine baktım. Sonradan müstakil bir daireye çevrilmiş dubleks evin üst katında kirada yaşıyorduk. Evimiz yılın her günü kıyılarındaki kayıklara ve balıkçılara yurtluk eden büyük bir nehre bakıyordu. Bütün evi dolaştım. Her yere baktım. Onu bulamayınca da sinirlendim, bağırıp çağırdım. Ama nafile.Karım hiçbir yerde yoktu. Sırra kadem basmıştı."

Karısının ortadan kaybolduğunu düşünü rken aslında kadınları görememe hastalığına yakalandığını fark eden bir pencere camı satıcısının hikayesi bu. Eğitimli ve idealleri olan bir adam. Yani mesleği bu değil. Fakat karısıyla kurduğu düzeni devam ettirebilmek için yapmak zorunda olduğu iş bu, çünkü karısına aşık.

"Hiçbir şey hissetmiyordum. Hayatımın en kuytu, derin, karanlık ve sessiz deliğinde yaşıyordum. Dünya gri bir sis bulutundan ibaretti. Açlık, seks, susama, neşe, hobilerim, tutkularım... Hepsi, hepsi bitmişti. Sadece nefes alan bir et yığınıydım. Kalbim olabildiğince yavaş atıyordu.İçimden onun neden gittiğini sormak bile gelmiyordu. Sekiz yıllık sorgusuz sualsiz, kusursuz bir beraberlik. Neden?"

***

"Terk edilişimin üzerinden aylar sonra evimin bütün görüntü yansıtan eşyalarını eskiciye vermiştim. Mutfaktaki çatal bıçakları bile plastik olanlarıyla değiştirmiştim. Televizyon ve bilgisayarı bir akrabama hediye etmiş, metal tepsileri plastik, desenli tepsilerle değiştirmiştim. Yatak odamdaki, banyo ve tuvaletteki aynalar da bir çekiçle kırılarak çöpü boylamıştı."

***

"Kenara kötü günler için ayırdığımız para biteli günler oldu. İş aramam gerek. Umurumda değil. Ellerim ceplerimde yüzyıllık İtalyan stili binaların koridorunda, tramvay raylarının üzerinde yürüyorum. Tramvaylar sağımdan solumdan geçiyor; insanların yüzleri kimsesizliğe açılan birer pencere. Sadece bir erkek kütlesinin aç gözleri bana bakmıyor; adeta yanımda olmayan bir kadını süzüyorlar. Tek başına yürüyen erkeklere bakmaz kimse; yanında bir kadın varsa… Bir an kuşkuya kapılıyorum; bu aç gözler, yanımda göremediğim ve benle yürüyen ama göremediğim dokunamadığım bir kadına mı bakıyorlar."

Kadınları sadece cam ve ayna yansımalarında görebildiğini, ama onlara dokunamadığını, içlerinden sanki bir hayaletmiş gibi geçip gittiğini keşfederek tüm yaşamı alt üst olan sıradan bir adam aslında hikayenin kahramanı. Önce hastalık olarak isimlendirdiği daha sonra gittikçe kanıksayıp kendisi için çok başka bir yolculuğun başlangıcı olarak gördüğü bu tuhaf durumla baş etmeye çalışırken onu merakla izliyorsunuz.

"Korku içinde çığlık atarak uyandığımda başucumda kimse yoktu. Boş bir odadaydım. Van Gogh’un tablolarındaki gibi her yer sarı ve çizgi çizgiydi. Orta kalınlıkta bir fırçayla yapılmış gibiydi her şey. Birden müthiş bir susuzluk baş gösterdi. Doğrulup yatağın bitişiğindeki komodinde duran sürahideki sudan içtim. Bardak nedense konulmamıştı. Bir an içtiğimin, ortada bardak olmadığı için su olmadığına dair bir derin kuşku belirdi bende. Ve karnıma bir ağrı saplandı. Sol kulağımdaki sızı da o anda tekrar başladı. Elimi kulağıma götürünce bir yara bandına dokundu parmaklarım. Hafif bir kan lekesi parmak uçlarımda dans etmişti. Kulağımdaki yaradan akmış olan kan kurumaya yüz tutmuş olmalıydı ki ellerimi ovuşturduğumda leke diğer parmaklarıma geçmedi."

Kelimelerini, yerli yerinde kullandığı imgelerle adeta bir kamera gibi hareket ettiren yazar her satırında okuyucuyu sarsıp şaşırtarak adeta büyük final için hazırlık yapıyor. Fakat öyle görünüyor ki hikaye burada bitmiyor ve belki de Erkekler cennetinde her şey aslında yeni başlıyor.

Aydan Gündüz

Daha önce de Halil Gökhan okumuştum

Daha önce de Halil Gökhan okumuştum. İlk tanışmam, burun kıvırarak başladığım bir kitabı ile olmuştu. Uçakta okuyacağıma söz vermiş, "Nasılsa uçakta unuturum veya okumadan yırtarım" demiştim. Türk yazar okumaktan pek haz etmiyorum. Yazamadıkları için falan değil aman yanlış anlamayın. Eminim mükemmel yazarlarımız var. Sadece iç kararttıkları için. Zaten başımıza ne geldi ise iç kararıklılığından gelmiyor mu? "Bir de gidip bile bile lades olmanın hiç bir anlamı yok" der ve okumam. Uçağa binerken büyük bir unutkanlık göstermiş ve lap-topumu şarj etmeyi unutmuştum. Yani uçakta oynatılacak iki film dışında film seyredemeyecektim. Film seyrederim diye yanıma sevdiğim kitaplardan da almamıştım. Elimi çantama attım ve bakalım okuyacak bir şeyler var mı diye bir dosya çektim. İçinde Halil'in kitabı çıktı. Uçakta film oynatılmasa daha az bir işkence olurdu diyerek ilk sayfayı çevirdim ve okumaya başladım. Hayatımda ilk defa uçakta yemek verildiği için sinir olmuştum. Çünkü birazdan önüme konacak tepsi yüzünden okumaya devam edemeyecektim. Bilmiyorum, oturup her sayfayı bir sonrakine nasıl bağlarım diye tek tek düşünerek mi yazıyor? ama her sayfada "acaba şimdi ne olacak" düşüncesinden kendimi alamıyordum. Daha önce bana "Karamsar ama umut dolu, karanlık ama apaydınlık, öfkeli ama dingin bir hikaye nasıl yazılır" diye sorsaydınız herhalde size "Yürü len, olmaz öyle şey" derdim. Ama Halil’in yazdıkları işte aynı böyle. Bir hikâyeyi iki boyutlu olmaktan çıkartıp, sonsuz boyuta taşıyabilen, Yarattığı dünyayı size her açıdan gösterebilen bir yazar. Ve şimdi de elini "Evrensel konulara" attı. Bakalım başımıza daha neler gelecek. Tekrar kalemine sağlık. Bir ara benim kitabı da bir elden geçirelim. Sevgiler ve sonsuz tebrikler. NOT: Başıma gelecekleri bildiğim için bu sefer uçağa binmeyi beklemedim okumak için. Çünkü uçakta yemek yemeyi çok seviyorum.

AYKUT OĞUT

Lettres sur les aveugles (Görenler için Körler Hakkında Mektuplar)

Lettre sur les aveugles Denis Diderot (1713-1784)

Partie 1
Je me doutais bien, madame, que l'aveugle-né, à qui M. de Réaumur vient de faire abattre la cataracte, ne nous apprendrait pas ce que vous vouliez savoir ; mais je n'avais garde de deviner que ce ne serait ni sa faute, ni la vôtre. J'ai sollicité son bienfaiteur par moi-même, par ses meilleurs amis, par les compliments que je lui ai faits ; nous n'en avons rien obtenu, et le premier appareil se lèvera sans vous. Des personnes de la première distinction ont eu l'honneur de partager son refus avec les philosophes ; en un mot, il n'a voulu laisser tomber le voile que devant quelques yeux sans conséquence. Si vous êtes curieuse de savoir pourquoi cet habile académicien fait si secrètement des expériences qui ne peuvent avoir, selon vous, un trop grand nombre de témoins éclairés, je vous répondrai que les observations d'un homme aussi célèbre ont moins besoin de spectateurs, quand elles se font, que d'auditeurs, quand elles sont faites. Je suis donc revenu, madame, à mon premier dessein ; et, forcé de me passer d'une expérience où je ne voyais guère à gagner pour mon instruction ni pour la vôtre, mais dont M. de Réaumur tirera sans doute un bien meilleur parti, je me suis mis à philosopher avec mes amis sur la matière importante qu'elle a pour objet. Que je serais heureux, si le récit d'un de nos entretiens pouvait me tenir lieu, auprès de vous, du spectacle que je vous avais trop légèrement promis !

Le jour même que le Prussien faisait l'opération de la cataracte à la fille de Simoneau, nous allâmes interroger l'aveugle-né du Puisaux : c'est un homme qui ne manque pas de bon sens ; que beaucoup de personnes connaissent ; qui sait un peu de chimie, et qui a suivi, avec quelques succès, les cours de botanique au Jardin du Roi. Il est né d'un père qui a professé avec applaudissement la philosophie dans l'université de Paris. Il jouissait d'une fortune honnête, avec laquelle il eût aisément satisfait les sens qui lui restent ; mais le goût du plaisir l'entraîna dans sa jeunesse : on abusa de ses penchants ; ses affaires domestiques se dérangèrent, et il s'est retiré dans une petite ville de province, d'où il fait tous les ans un voyage à Paris. Il y apporte des liqueurs qu'il distille, et dont on est très content. Voilà, madame, des circonstances assez peu philosophiques ; mais, par cette raison même, plus propres à vous faire juger que le personnage dont je vous entretiens n'est point imaginaire.

devamı

ECST Nasıl Ortaya Çıktı?

Romanın ilk notları....
Taslak fikirler (tretman)
Korku bilgelik
Kör kadın (kör olmadığı sonradan anlaşılır…)
Lettre sur les aveugles Denis Diderot
Adamın kadınları görememesi ve aynalardan görebilmesi bir çete tarafından kullanılır…
KAMERA GÖRÜR, öyleyse ben de görebilirim….
Sokakta kamera ile gezme…
Travma sonrası kadınları göremez. Travma anne ölümü, sevgilisin karısının terk etmesi.
Doktora gider... Kadın bir doktor... Göz mütehassısı... Doktor soğukkanlılıkla karşılar..
Saç tellerinden kadınların olduğunu anlar. Saç tellerini görebiliyordur...
Kadınlarla ilgili bir işte çalışmaktadır. İşini kaybeder.
Aynaların tarihini incelemeye başlar.
Aynanın kırılmasının birçok kültürde 7 yıl uğursuzluk getirdiğini öğrenir.
Sokakta, işyerinde ve sosyal hayatta küçük aynalar ve pencere camları yoluyla kadınları gözlemler.
Eve gelen kadınla ilişki bir seks boyutu kazanır. Kadının kimliğine dair objeler toplar:....
Osmanlı döneminde bir tekkede ayna üzerine bir hikaye öğrenir:....
HER ŞEYİ GÖREN GÖZ (Amerikan USD üzerindeki üçgen göz)