17 Temmuz 2009 Cuma

Daha önce de Halil Gökhan okumuştum

Daha önce de Halil Gökhan okumuştum. İlk tanışmam, burun kıvırarak başladığım bir kitabı ile olmuştu. Uçakta okuyacağıma söz vermiş, "Nasılsa uçakta unuturum veya okumadan yırtarım" demiştim. Türk yazar okumaktan pek haz etmiyorum. Yazamadıkları için falan değil aman yanlış anlamayın. Eminim mükemmel yazarlarımız var. Sadece iç kararttıkları için. Zaten başımıza ne geldi ise iç kararıklılığından gelmiyor mu? "Bir de gidip bile bile lades olmanın hiç bir anlamı yok" der ve okumam. Uçağa binerken büyük bir unutkanlık göstermiş ve lap-topumu şarj etmeyi unutmuştum. Yani uçakta oynatılacak iki film dışında film seyredemeyecektim. Film seyrederim diye yanıma sevdiğim kitaplardan da almamıştım. Elimi çantama attım ve bakalım okuyacak bir şeyler var mı diye bir dosya çektim. İçinde Halil'in kitabı çıktı. Uçakta film oynatılmasa daha az bir işkence olurdu diyerek ilk sayfayı çevirdim ve okumaya başladım. Hayatımda ilk defa uçakta yemek verildiği için sinir olmuştum. Çünkü birazdan önüme konacak tepsi yüzünden okumaya devam edemeyecektim. Bilmiyorum, oturup her sayfayı bir sonrakine nasıl bağlarım diye tek tek düşünerek mi yazıyor? ama her sayfada "acaba şimdi ne olacak" düşüncesinden kendimi alamıyordum. Daha önce bana "Karamsar ama umut dolu, karanlık ama apaydınlık, öfkeli ama dingin bir hikaye nasıl yazılır" diye sorsaydınız herhalde size "Yürü len, olmaz öyle şey" derdim. Ama Halil’in yazdıkları işte aynı böyle. Bir hikâyeyi iki boyutlu olmaktan çıkartıp, sonsuz boyuta taşıyabilen, Yarattığı dünyayı size her açıdan gösterebilen bir yazar. Ve şimdi de elini "Evrensel konulara" attı. Bakalım başımıza daha neler gelecek. Tekrar kalemine sağlık. Bir ara benim kitabı da bir elden geçirelim. Sevgiler ve sonsuz tebrikler. NOT: Başıma gelecekleri bildiğim için bu sefer uçağa binmeyi beklemedim okumak için. Çünkü uçakta yemek yemeyi çok seviyorum.

AYKUT OĞUT

2 yorum:

  1. Kitabın arka planındaki doneleri ve serim incelerken kritik sözcüğün Vamos olduğunu düşündürten bir düğüm var; bu his bir açıdan 'yakınlık-algılaması (yakınlık duygusu)' yeteneğiyle ilişkili….

    Önce Yakınlık Duygusu’ nu açıklamaya çalışayım… Bu sözcüğün hissettiklerini özetleyen bölümü Trevanıan’ ın Şibumi kitabından aldım. Okuyalım..-Biraz uzun sayılabilir ama ilginç….-

    ‘’…Sezgileri ve bilinmeyen güçleri inceleyenlere göre ‘yakınlık duygusu’ insanoğlunun ilk zamanlarında diğer beş duyu kadar güçlüydü. Fakat insanoğlu avlanmayla yaşama döneminden uzaklaştıkça bu duyu kullanılmamaktan dolayı körelmeye başlamıştı… Bu altıncı duyunun niteliği, normal mantık yürütme yöntemine zıt çaplı korteks enerjilerinden doğuyordu. Bazı ilkel kültürlerde yakınlık algılamasının bazı hallerine hala rastlanmaktaydı. Hatta gelişmiş toplumlarda bile insanlar zaman zaman bu sezginin kalıntılarından etkilenmekte, durup dururken birisinin arkalarından kendilerine baktığını hissetmekte ya da birinin kendilerinden söz ettiğini algılamaktadır.’’ (e yayınları, 3.basım sayfa-201)

    İşte Halil Gökhan, yukarıda tanımı vermeye çalıştığım şekilde AMA benlik morfozlarına yakınlık duygusuyla yaklaşıp… Önermelerini ‘ileriye dönük odaklanmayla’ anlatıyor...

    Kısaca romanın farklı karakterleri ayrı ayrı ‘yakınlık duygusuyla’ açıklanmaya çalışılmış ki, bir romanda gerçek alt-metin, sağlam kurgu çatısı bu kirişlerin birbirine geçmesiyle kurulur. Tabii burada bir Halil Gökhan klasiği diyebileceğim (tamamen benim görüşüm tabii..) bir KONU var. Halil Gökhan, Aşkı ölçmek adına, ‘karakterlerin-benlik morfozları-, doyum ile açlığı yüksek zevke dönüştüren simgelerle, kısaca, ‘’Kadınları görememek mi, onları göremeden ölmek mi?” diyerek ‘erkil’ sahiplenme güdüsüyle çarpıştırılmış bir önermeden yola çıkıyor…

    Yakınlık-duygusu imgeleri’ ni ‘Aşk- Adına’ kullanabilen bir kalem Halil Gökhan. Siz hiç düşündünüz mü?…

    KADINLARI GÖRMEK KİMİN CEHENNEMİ OLABİLİR’

    OSMAN ÖZBAŞ

    YanıtlaSil
  2. ilk kez Halil Gökhan okumanın telaşıyla...

    "Bir gerçek var ki o da benim" düşüncesiyle çantamı alıp bu kitapla yola çıktım. Kitap, hem evin ve eşyaların gölge oyunları heyecanına eriştirdi, hem de sokağa çıkıp, gölgeye yerleşmiş o kalabalığa karışmamı sağladı. ilk düşündüğüm aradığı kadının kendisi olduğu yönündeydi. Sonrası, arayış içersinde gibi göstermiş olsa da, beni ona doğru yönlendirse de, aradığının bir kadın olmadığını anladım. Aramak diyorum ama ortada bir arayış sergisi yoktu. O serginin resimleri zaten ortaydı. Karakterler birebir kendisiydi. Okuduğum içinde bulunan “sesin” ya da “seslerin” bir ağızla ya da saygıyla bir diğerini dinleyişiydi. Kanımca kararımca…

    Sadece biri gerçekti…

    Melih A.

    YanıtlaSil